
Kimdir Bu Bin Genç / İlkelerimiz, Siyasetimiz ve Kısa Hikayemiz
Yazar: Şeyma Altundal
● Biz Kimiz ?
İntifadanın keskin kalemi, devrimci şehit Kanafani der ki, bu dünyadaki her şey çalınabilir, tek bir şey hariç; bu tek şey, bir insanın bir inanca veya davaya olan sağlam bağlılığından doğan sevgidir. Bugün sizlere peşine düştüğümüz bu tek şeyi, o uğurda kurduğumuz hareketimizi, şuana kadarki yolculuğumuzu ve üzerinde yürümeye gayret ettiğimiz yolu anlatmaya çalışacağım dilim döndüğünce.
Hiç tanımayanlar için kısaca biz yüz yılı aşkındır süren siyonist işgale, sömürüye, baskıya ve şiddete karşı direnen Filistin halkının intifadasının sesini bu topraklara taşıyabilmek; emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelelerine omuz vermek için bir araya gelmiş bir gençlik hareketiyiz. Filistin nehirden denize özgür olsun diye siyonist,emperyalist,kapitalist düzene karşı toplumsallaşmış bir mücadele oluşturmak hedefimiz.
● Nasıl Kurulduk
Geçtiğimiz 7 Ekimde Aksa Tufanı saldırısı tüm dünyada işgalcinin yenilmezliği mitini kırıp direnişin sesini tekrar yankılandırdı. Özellikle Şifa hastanesinin bombalanmasından sonra burada bir hareketlilik başladı, ve her yerde olduğu gibi Türkiyede de pek çok insan sokaklara döküldü. Biz de hem intifada çağrısına karşılık vermek Filistinle dayanışmak için kitlelerle beraber meydanlardık. Aslında yalnız son 1 yılda değil, Filistin meselesi Türkiyede hep önemli bir gündemdi. Eminim hepimizin çocukluğu Filistinden izler taşır, hafızamızda ortak imgeler vardır. Örneğin benim gibi siz de muhtemelen Hanzalanın yüzünün nasıl baktığını düşünmüş, İsrail askerlerine kafa tutan yaşıtımız kız çocuğu Ahed Temimiyi hayranlıkla seyretmiş, veya o çocuklar için mücadele ederken ölen Rachel Corrieye gıpta etmişsinizdir. Hasılı Türkiye halkının çoğu samimiyetle Filistinin yanında ve israilin karşısında aslında. Ancak maalesef erk sahipleri için bu mesele devamlı olarak güç ve meşruiyet devşirdikleri bir araç oldu, olmaya da devam ediyor .İşte tam bu sebeple mevcut eylemlerde bizi rahatsız eden temel eksiklikler hatalar vardı. Bunca insanın samimi öfkesini doğru yere kanalize etmeyen aksine soğuran, sorumlulara işaret etmeyen yanyanalıkların Filistinle sahici bir dayanışma demek olmadığında hemfikirdik.
Bu ülkeyi yönetenler her ne kadar her fırsatta İsraile lanet de etse yıllardır israille normalleşme politikaları güdenler de onlar. Erdoğanın dilinden düşürmediği Kudüs davası üzere yürüttğü politikalar Filistinin özgürlüğü yolunda hiçbir somut katkı sunmaz aksine açıkça işgalciyi güçlendirirken, hitap ettiği kitleyi konsolide etmeye, hegemonyasını güçlendirmeye hizmet ediyor. Aksa Tufanını hemen takiben yaptığı Büyük İstanbul Mitinginde gördüğümüz gibi meydanda hamaseti piyasada en karlı ticareti sürdürüyor. Yine siyasi konumlanışı farketmeksizin bu ülkenin sermayedarları bir yandan Filistine yardım kampanyaları, destek mitingleri düzenlerken öte yandan siyonist işgalin soykırımın rantına ortak olanlar onlar. Sürecin başlarında iktidarın ve sermayedarların arkplanda İsraille çok katmanlı bu kanlı işbirliklerini, bürokratik ortaklıklarını, ticari anlaşmalarını gazeteci Metin Cihan başta olmak üzere bazı isimler dışında gündeme getiren, hükümetin karşısında bunu dillendiren pek yoktu. Böyle bir atmosferde Emek ve Adalet Platformundan dostlarımız bu mitingden bir önceki hafta İHH’nın organize ettiği eyleme “İsrail NATO üsleriyle korunuyor, limanlarımızda besleniyor, AK Parti bu ihanetten vazgeç” yazılı pankartla gittiler, ve sonrasında benzer söylemleri farklı noktalarda dillendirdiler. Gençlik Komiteleri de bu süreç içerisinde bunların organizasyonunda yer aldı. Devamında siyonistlerle işbirliğini sürdüren odaklara örneğin israile sevkiyatı sürdüren şirketlere, Türkiye İhracatçılar meclisine, Abd konsolosluğuna giderek ortak teşhir eylemliliklerini beraber düzenlemeye başladılar. Bu iki yürütücü ekip ve benim gibi tek tük bağımsız katılan arkadaş, amacımız kıymetli olsa da, mevcut siyasal bagajlarla üretilen bu eylemliliklerinin varabileceği yerlerin kısıtlı olduğunu, iktidara muhalefet fırsatı arayan bir grup genç gibi gözükmekten öteye geçmenin bu yolla biraz zor olduğunu fark ettik.Mevcut çabamızI nasıl daha kuvvetli bir harekete nasıl evrilebiliri konuştuk sıkça. Filistinle gerçekten dayanışmanın yolunun siyasi erki ve sermayeyi elinde bulunduran işbirlikçilerden hesap sormakla başladığının bilinciyle sahici talepler etrafında bağımsız bir siyaset örmenin gerekliliğinde mutabıktık.Güncel durumu değerlendirirken sorumlulardan hesap sorup israile yaptırım üretebilcek bir kolektif iradeyi örgütlemenin gerekli olduğu kadar gayet mümkün olduğuna da inandık. Ve bu toplumsal hareketliliği üretebilecek olan öncü grubun gençler olabileceğini düşündük ve kendi özgücünden başka hiçbir şeye yaslanmayan bağımsız bir özgür filistin gençliği hareketinin arayışına girdik. İşte tüm bu tartışmalar FİBG’i doğurdu.
● İlkelerimiz
Özellikle hareket dedik zira yolda yürüdükçe şekillenen dinamik bir yapı kurmak niyetindeydik ancak elbette ortaklaştığımız ilkeler vardı. Öncelikle farklı sosyal ve siyasi kimliklerden, farklı arkaplanlardan gençlerin bir araya gelebileceği bir hareket olsun istedik. Zira Türkiyeye baktığımızda bir yanda Filistin meselesinde görece yaygın iki ana hat gördük. Bir yanda Filistinlileri sürekli mazlum, mağdur bir halk olarak tarifleyip sözde desteği lütufmuş gibi kendini onun mihmandarı ilan eden iktidar söylemi ve yoğunlukla islamcı grupların, stkların bu çizginin dışına çıkamayan vicdan temelli, Kahrolsun İsrail diye bağırırken, İsrailin varlığını mümkün kılanlardan hesap sormayan, somut bir talebi yükseltmeyen eylemlilikleri. Öte yandan sol hareketin çoğunluğunun da bu meselede bir güç odağı yaratmaktan uzak ,geçmişte intifadayı yükseltmiş devrimcileri anmaktan öte gidemeyen nostaljik söylemlerinde tezahür eden sıkıştıkları temsil siyaseti. Solcuların da İslamcıların da çoğunun içine sıkıştıkları tutum ‘’Filistin esas bizim meselemiz’’ kimlikçiliği aslında. Filistin’de bir direniş koalisyonu var, farklı politik çizgilerdeki direniş örgütleri yan yana geliyor. Pratikte aralarında bir rekabet ya da yarış yok. Çünkü siyonizme karşı bir kurtuluş mücadelesi yürütüyorlar. Farklı yerlerden temellendirseler de anti-emperyalist bir hatta birleşip omuz omuza yürüyorlar. Buna karşın konsolosluk önünde bir grup “Hamas’a selam direnişe devam” sloganıyla geçerken, diğer grup “Yaşasın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi” sloganı atıyor. Trajikomik olansa, bunu intifadayı selamlamak değil birbirlerinin sesini bastırmak için yapıyorlar. Sanki bu iki örgüt Filistin’de aynı mücadelede yoldaş değillermiş gibi.Yani o suni çelişkiler oldukça buraya has aslında, izinden gittiğimiz direnişte karşılığı olan bir şey değil. Bizse Filistin üzerinden esasen kendine alan kapmaya çalışan bu samimiyetsiz tavrı, sığ siyasi okumayı ve bu yerel kültürel çelişkiler mirasını reddederek meseleyi sahici bir yerden ele alma gayretindeyiz. Kastımız liberal bir çokseslilik denemesi de değil, bagajlardan sıyrılmaya değil aksine onlarla beraber nasıl yol alır ve dahası onları birbiriyle nasıl konuşturabiliriz buna yelteniyoruz. Bu sebeple mevcut bir harekete eklemlenmek yerine yeni bir şey inşa etmek istedik. Deneye yanıla yapıyoruz tabii, ama kıymetli olan da bu bizce. Mücadelede yoldaşlaşmayı denemek hepimiz için öğretici oluyor, açtığımız bu karşılaşma alanının üreteceklerini merak ediyor, önce kendimizden başlayarak taşıdığı dönüştürücü potansiyele güveniyoruz.
Haliyle çatışmamız eksik olmuyor tabi,ama bunları eylem alanında çözmeye çalışıyoruz. Bu sesi sokağa taşıyamadığımız takdirde Filistin meselesi için bir hareket üretilebileceğini de düşünmüyoruz.Hareket kurulduğundan neredeyse her hafta, bazen birden fazla eylem yaptık ve sürekli yeni arkadaşlarla tanışıyoruz,devamlı sahada olarak örgütleniyoruz yani. Bizi bir örgütten ziyade hareket kılan ve dinamik tutan da bu sürekli eyleme hali. Düzenli olarak buluşuyoruz,onlarca genç hep beraber konuşuyor, yalnız eylem planları değil pek çok konuda tartışıyoruz. Türkiye’nin sosyal,siyasal gerçekliğinin,sırtımızdaki bireysel ve kolektif yüklerin bize, mücadelemize etkisini görerek yürüyoruz. Yani romantik bi yerden farklılarımızla bir aradayız çok renkliyiz falan demiyoruz, çatışa çatışa ve sahiden sıkça zorlanarak da yapıyoruz bunu. Nihayetinde Filistin direnişinden öğrenmeye çalıştığımız üzere buluştuğumuz ortak anti-emperyalist-siyonist-kapitalist hat bizi bir arada tutuyor.
● Siyasetimiz
İşte tam da harekete yönünü veren bu siyasi hattımızdan bahsetmek istiyorum biraz da. Bu hareketi kurarken elimizde bir program ya da tüzük yoktu; siyasi mutabakatımız doğrudan Filistin’deki mücadele pratiğinden doğdu. İsraile kapitalist düzenin çıktısı olan siyonist emperyalist bir proje olarak baktığımızdan mücadelemiz de bunun tam karşısında konumlanıyor haliyle. Peki, İsrail’i neden böyle tarifliyoruz? Bunu biraz açayım.
Biz meseleyi ne 7 Ekimden ne 1948den başlatıyoruz, çok daha öncesinden ele alıyoruz aslında. Emperyalizm, kapitalizmin sürdürülebilirliği açısından kritik bir role sahip.Zira kapitalizm sürekli kâr arayışı içinde genişlemeyi teşvik ederken, emperyalizm de bu genişleme için yeni pazarlar ve kaynaklar bulmayı sağlıyor. Bu durum, farklı ülkelerdeki kapitalistler arasında rekabeti derinleştirirken, emperyal devletler arasında sömürge savaşlarını kaçınılmaz hale getiriyor.
İsrail’in kurulmadan hemen önce, kapitalist rekabet zaten devletler arasında kaynak ve nüfuz alanlarının sürekli paylaşılmasıyla sonuçlanmıştı; dünya büyük ölçüde emperyalistler arasında pay edilmişti. 19. yüzyılın sonunda, Asya ve Afrika’daki sömürgeleştirilmemiş bölgelerin neredeyse tamamı sömürgeleştirilmişti. Siyonizm de bu tabloda, son Avrupa sömürge projesi olarak devreye giriyor ve Filistin’in tarihi de bu emperyalist süreçlerin içinde şekilleniyor.
İsrail’in kökenleri, 1917’deki Balfour Deklarasyonu’na dayanıyor. İngiltere, Yahudilere bir milli vatan vaat ediyor. Üstelik bunu, zaten kendi işgali altında tuttuğu Filistin toprakları üzerinde yapıyor. Yani bir işgalci, gasbettiği toprağı başka bir işgalciye devrediyor ve böylece İsrail, İngiltere için elverişli bir Batı “ileri karakolu” olarak kuruluyor.
Filistin’in stratejik konumu, serbest ticaret ve sömürgeci rekabet açısından büyük önem taşıyordu. Bu yüzden yalnızca İngiltere değil, diğer emperyalist devletler de siyonist yapıyı destekledi. Çünkü bu proje hem Yahudilerin Batı’dan tasfiyesini sağlıyor hem de bölgedeki kaynaklara erişimi kolaylaştırıyordu.
Filistin’in bir “Yahudi devleti”ne dönüştürülmesi için yerli nüfusun ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunun için de Avrupalıların daha önce Amerika, Güney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda’da yaptığı gibi, bir yerleşimci sömürgecilik sistemi uygulandı. 1948’de yaşanan Nakba Felaketiyse, Filistinlilerin şiddet yoluyla topraklarından sürülmesine, kaynaklarının gasbedilmesine ve ardından yüz binlercesinin İsrail çiftliklerinde, şantiyelerinde, sanayilerinde ve diğer hizmet sektörlerinde işçileştirilmesine yol açtı.
Bugüne baktığımızdaysa İsrail’deki işsizlik oranı %3’ken Batı Şeria’da %13, Gazze’de %45. İsrail, tüm iş imkanlarını yok ettiği Gazze ve Batı Şeria’dan yaklaşık 100.000 Filistinliyi istihdam ediyor .Siyonist işgal, Filistinlileri ucuz işgücü olarak sömürmenin bir aracı haline de gelmiş durumda.
Yani İsrail, askeri, ekonomik ve toplumsal düzeyde Filistin halkını tahakküm altında tutarak sömürünün her türlüsüyle kendini var ediyor, sistematik şekilde işgali büyütüyor.
Özetle, emperyalist güçlerin desteği olmasa İsrail var olamazdı. Ve Abd başkanı Bidenın da tekraren dediği gibi: “Eğer İsrail olmasaydı, bir İsrail icat etmek zorunda kalırlardı.”
Bu yüzden antisiyonist olmak, aynı zamanda antiemperyalist olmayı; antiemperyalist olmak da, emperyalizmin kalbinde yatan kapitalist sömürü düzeninin karşısında durmayı gerektirir. Yani işgal ve sömürü düzeni yerle yeksan olmadan Filistin özgürleşmez diyoruz.
● Neler Yaptık
Biraz da mücadele pratiğimizden bahsetmek isterim. İsrail gibi sömürgeci işgalci bir yapının tek başına ayakta kalamayacağını biliyor,bunun için temel olarak israilin yalnızlaştırılması ekseninde taleplerimizi yükseltiyoruz. İsrailin varlığını mümkün kılanın yalnız Batılı emperyalistler değil, ayrıca Türkiye’den güç ve sermaye sahipleri olduğunu biliyoruz.Ve biz bu ülkenin gençleri olarak öncelikle kendi gözümüzün önünde olup bitenden sorumlu hissediyoruz ve bu topraklardan siyonizmi besleyen tüm damarların kurutulmasını önümüze hedef olarak koyuyoruz. Kurulduğumuz günden bu yana İsrail’le ticari, diplomatik, askeri ve dahi her alanda ilişkilerin kesilmesi talebini yılmadan yükseltiyor,bu çağrıyı kamusallaştırmaya çabalıyoruz. Hedefimiz berrak ve net olsa yöntem ve stratejilerimizi değişen materyal koşullara göre değerlendirerek taleplerimizi, eylem odaklarımızı da bu doğrultuda güncelliyoruz.
Erdoğanın bizzat kendi itiraf ettiği üzere Siyonist yapıyla aramızda geçtiğimiz yıl 9.5 milyar dolarlık bir ticaret hacmi vardı. İşgalcinin çeliğinden, tekstiline,meyve sebzesine kadar önemli bir çok ihtiyacı burdan karşılanıyordu. Politik konumlanışı farketmeksizin, İsraille ilişkisini sürdürdüğünü bildiğimiz hangi sermaye grubu varsa, ilişkileri kesin çağrısını tam da orada yükselttik. Ayrıca Yalnız ihracat da değil ithalat da sürüyor, israilden en çok alınan ürünlerden biri işlenmiş petrol mesela.Erdoğan’ın beş babayiğitten biri diye andığı Zorlu Holding 3 enerji santraliyle siyonist işgal yerleşimlerini aydınlatıyor. Müsiad üyesi İçdaş soykırımcılara tonlarca çelik satarken Tüsiad üyesi Limak çimentosunu gönderiyor ve daha bildiğimiz bilmediğimiz niceleri tabi.Bu toprakların emeğini sömürerek ceplerini dolduranlar şimdi de soykırım rantına ortak olarak servetini büyütüyor. Örneğin, Zorlu Holding’in İsrail’in savaş makinelerine enerji sağladığını ifşa ettikten sonra holding bünyesindeki markaları da paylaşmıştık. İnsanlar “Yıllarca boykot ettiğimiz yabancı teknoloji markalarının alternatifi olarak Vestel’i önerirlerdi, Vestel de siyonistmiş” diye hayıflandılar. Veya yine yerli otomotiv alternatifi olarak gösterilen Togg’un ortaklarından birinin Zorlu olduğu bilinmiyor. Yani savaş ekonomisinin rantı olduğu kadar Filistin’le dayanışmanın da başka bir rantı var. Tüm bu yerli milli işblirliklerini hedef almanın yanısıra küresel intifadanın parçası olma çabamız gereği dünyanın çeşitli yerlerinden ortak düşmanlarımıza karşı yanyana mücadele edeceğimiz yoldaşlıklar kuruyoruz, birlikte eylemlilikler yürütüyoruz. Öyle bereketli bir mücadele ki bu, aynı şehrin sokaklarında yürüyüp hiç göz göze gelmemiş bizleri yoldaş kıldığı gibi, Amerika’dan Avrupa’dan Ortadoğudan bizim gibi gençlerle de yollarımızı kesiştiriyor. Filistin tüm dünyaya onurlu ve özgür bir hayatta ısrarlı direniş ne demek öğretirken “Dostlar ki bir kere selamlaşmadık aynı hürriyet için ölebiliriz” dizelerini dilimize getiriyor.
Hareket için önemli anların bazılarını hususen anmak isterim. Nisan ayında Ticaret Müdürlüğüne gitmek için Taksimde yaptığımız eylemde 43 yoldaşımız şiddetli darp, işkence ve ters kelepçe ile gözaltına alındı. eylemden birkaç gün sonra konunun hem biz hem çeşitli gruplar tarafından ısrarla gündem edilmesinin kamuoyunda yankı bulmasıyla beraber köşeye sıkışan hükümet İsrail’le ticarete kısıtlamalar getirdi. Hemen akabinde 1 Mayıs’ta, Gençlik Komiteleri mensubu Filistin İçin Bin Genç’ten arkadaşlarımız Taksim’e yürürken gözaltına alındı ve alaksız şekilde 6 Nisan’daki eylemlerimizle ilgili sorgulandı. Ve “Katil İsrail, İşbirlikçi Erdoğan” sloganı attıkları gerekçesiyle cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla 5 yoldaşımız tutuklandı ve takriben 1 ay tutsak edildi. Erdoğan, Filistine destek olduğu için işinden kovulan akademisyenlerin üniversitelerimizde yeri hazır der öğrenci intifadasını selamlarken, Filistinle gerçek bir dayanışma gösterip siyonistlerle işbirliğinin karşısında duran beş üniversiteli arkadaşımız günlerini kampüste değil hapiste geçirmeye mahkum edildi, terörist ilan edildi.Dostlarımız “İsraille ticaret kesilsin demeniz için size kim emir veriyor, kim tarafından fonlanıyorsunuz” diye sorgulandı. Buna binaen olduğumuz her meydanda Biz mücadele emrini yalnızca onurlu Filistin direnişinden alıyoruz!peki siz 8 aydır soykırımı fonlayan, artık itiraf ettiğiniz kanlı ticaretiniz için icazeti kimden aldınız ? dedik, Bir halk katledilirken katile çeliğinden enerjisine kaynak sağlamak suç değil de, soykırıma ortak olmayın demek mi suç? dedik. Filistin halkı adına hesap sormaya devam ettik. Bundan kısa bir süre hükümet İsraille tüm ticareti kestiğini açıkladı. Ancak bu karar yalnızca Filistine insani yardım girene kadar gibi saçma bir süreyle kısıtılanmışken, zaten söylenildiği bir tam bir ambargo da maalesef uygulanmadı. Sözde kararlara rağmen, soykırım jetlerine yakıt olan petrol ticaretinin sürdüğünü, limanlarımızdan gemilerin başka yollar bularak hala israile ulaştığını, serbest ticaret anlaşmasının yürürlükte olduğunu biliyorduk. Bunun üzerine israile kesintisiz,her alanda ambargo çağrısını sürdürdük. İsrailin petrol ihtiyacının yüzde 65ini azerbaycan ve kazakistan satarken Bakü tiflis ceyhan hattıyla türkiye üzerinden taşınıyor. Yalnız petrol de değil Doğu Akdenizdeki doğalgaz havzalarından çıkarılacak Filistin petrolünün israil tarafından gasp edildikten sonra,yine Türkiye üzerinden taşınıp avrupaya taşınması için anlaşmalar yapılıyor. Yani Türkiye yalnız israili beslemekle kalmıyor, bizzat işgalcinin Filistinin özkaynaklarını sömürüp peşkeş çekmesine ortak oluyor.İşte bu kanlı işbirliğinin en büyük kaynak sağlayıcısı Socar şirketinden hesap sorduğumuz için de yine 16 arkadaşımız şafak baskınıyla evlerinden gözaltına alındı. Geçtiğimiz ayın sonundaysa yine aynı konuyu gündem edip soykırım vanalarını kapatın dediği için 2 filistinli yoldaşımız sınırdışı edilme kararıyla geri gönderilme merkezine alındılar. Birkaç gün kendilerinden haber alamadığımız arkadaşlarımız yoğun kamouyu baskıyla salındılar ancak haklarındaki karar hukuken hala yürürülükte olduğundan sınırdışı tehditleri sürüyor. Egemenlerin meşru taleplerimizi gölgelemek, haklı sesimizi susturmak için üzerimizde denediği tüm baskı ve şiddet mekanizmaları bize geri adım attırmanın aksine, yürüdüğümüz yolun doğruluğunu, omuzlarımızdaki sorumluluğun büyüklüğünü tekrar hatırlattı.
Bunun bilinciyle 9 aydır, yalnız İstanbul değil başta Bursa ve Ankara olmak üzere farklı şehirlerden dostlarımızla beraberr hem araştırmalarımızı sürdürüyor hem bunları duyurmayı, soykırımın Türkiye’den ortaklarını hem sosyal medyada hem sokakta sahip olduğumuz her aracı ve kanalı kullanarak ifşa etmeyi, sürekli eylemlilikle de bu aşağılık emperyal ilişkiler ağına vurabildiğimiz yerden vurmayı kendimize bir görev biliyor, bunun için çabalıyoruz.
● Kapanış
Bizler kutup yıldızlarımızdan Leyla Halid’in dediği gibi özgürlüğün müzakere masasında kazanılmayacağını biliyoruz. Ve intifadanın yalnız Filistin için verilen bir mücadele değil bambaşka bir dünya arayışının kavgası olduğunu da. Bu büyük kavgada açık ve endişesiz girdik safımıza. İşgal duvarlarının köklerinden ayıramadığı zeytin ağaçlarının, o ağaçları kanlarıyla sulayanların, tanklara karşı taşlarla direnen çocukların, tüm dünyaya hayatı öğreten onurlu Filistin halkının safında, Allah ayaklarımızı mücadele üzere sabit kılsın ve dilerim çok yakında özgür Filistine hep beraber yürüyelim.